“Hakkımda” kısmını okumuş olanlar, doktora tezimi sosyal medya çerçevesinde yazıyor olduğumu görmüşlerdir. Tezimin konusunun sosyal medya olduğunu söylediğimde pek çok kişiden “herkes sosyal medya çalışıyor, farklı bir şey çalışsaydın ya, çok klasik, çok banal, yok çok şöyle, yok çok böyle vs.vs.” olumsuz eleştiriler alıyorum. Ve beni gerçekten tezimin konusunun yanlış olup olmadığıyla alakalı ciddi düşüncelere sevk edecek oluyor ki sosyal medyanın hayatın içinden örneklerini görüyorum veya yaşıyorum. “Tecrübeyle Sabit” yazı serisini, sosyal medyanın hayatımdaki yerinden, sosyal medyanın bana yaşattığı örnekler üzerinden oluşturacağım inşAllah… Vira Bismİllah 🙂
Bu yazım sadece sosyal medyanın insan hayatına nasıl etkileri olduğunu göstermekle kalmıyor, aynı zamanda Halkla İlişkilere getirilen çağdaş yaklaşımlardan biri olan “Büyük Küçüğü İzler” yaklaşımından da bahsediyor.
Önce “Büyük Küçüğü İzler” teorisinden kısaca bahsedelim: İletişim çerçevesinde bu teori, büyük kurum veya organizasyonların küçük kurum veya organizasyonları ya da bireyleri takip ettiğini ileri sürer. Bizler hep büyük işletmelerin takip edildiğini, küçüklerin hep büyükleri takip ederek onların izinde olduklarını tahmin ederiz ama, bu teori bize bu işin tam tersinin de gerçekleştiğini, koca koca dev işletmelerin küçücük işletmelerin ne yaptıklarını merak ettiklerini ve takip etme isteklerinin olduğunu öne sürer.
Yerel bir gazetede çıkan bir haber, yerel televizyon kanalının dikkatini çeker. Bu haber yerel televizyonda yayınlanırsa bölgesel bir derginin editörü haberi izleyebilir, dergisinde bir makale yayımlayabilir. Bu makale ulusal televizyon kanallarının bölge temsilcilerinin dikkatini çekebilir. Ve haber ulusal televizyonun akşam haberlerinde yer alabilir. İçerik gerçekten iyiyse konu üzerine 20 dakikalık bir program bile yapılabilir.
Teoriyle alakalı daha geniş bilgi için Michael Levine’in Rota Yayınları’ndan 2004 yılında çıkan “Halkla İlişkiler / Bir Gerilla Savaşı” isimli kitabına bakabilirsiniz. Kitabı incelemek veya sipariş vermek için tıklayınız.
İşte şimdi hikaye başlıyor. Geçtiğimiz haftalarda yine bu blogda “Vize Notlarında Sosyal Medya Rüzgarı” başlıklı bir yazı paylaşmıştım. Yazı çok beğenildi. Öğrenci kardeşler online mecralarda bayağı paylaştılar çünkü kendilerini anlatan bir yazıydı.
Onlar yazı paylaştılar, yazılar benim dikkatimi çekti, ben o yazıları konu edinen bir yazı paylaştım, bu yazı yerel bir gazete muhabirinin takibine takıldı, benim yazımı konu edinen bir yazı da o paylaştı. Online mecrada değil, basılı mecrada, Kayseri Deniz Postası Gazetesi’nde. Kısmetse ilerleyen haftalarda bir röportaj da yapacağız. Büyüğün Küçüğü İzlediğine ilişkin hayattan bir örnek.. Hele bir de bu yazı bölgesel bir yayının dikkatini çekerek haber yapılırsa, veya daha büyük yerlerde, tadından yenmez olur, bu teoriyi limitine kadar ortaya koyar.
Büyüğün küçüğü izlediğine dair başka bir örnek de yine bloğumda paylaştığım bir yazı ile alakalı. 2 sene kadar oluyor, sadece öğrencilerimin takip ettiğini düşündüğüm bloğumda sınavlar öncesi bir not paylaşmıştım. O dönem çok kallavi bir üniversitede dekan olan bir hocamızın kitabından sayfalarından birebir taramaların yer aldığı notu bloğuma yerleştirdikten yaklaşık bir ay sonra, o kallavi hocamızdan internette yer alan o taramaların kaldırılması için bir ültimatom aldım 🙂 Bir yandan elim ayağıma dolaşmıştı, bir yandan da mutlu olmuştum.
Elim ayağıma dolanmıştı çünkü, neticede hocamızın kitabından bir bölümü tarayıp internete koymuştum ki bu korsan yayına bile girmekteydi, ve bu da kanuni bir suçtu. Bir yandan da sevinmiştim çünkü, Kayseri’de sadece öğrencilerimizin takip edebilme ihtimali olan, kimsenin tanımadığı kıytırık bir öğretim elemanının kimsenin bilmediği blogunda, öğrencilerimize faydası olsun diye paylaşmış olduğum notu, o kallavi üniversitenin kallavi fakültesinin kallavi hocası, dekanı incelemişti. Yani benim yazımı okumuştu, belki bir dönem takip bile etmişti…
Ültimatomu yemek yerken almıştım, yemekten kalkmamla o yazıyı kaldırmam arasında 1 dakika bile oynamamıştı 🙂 O yusuf yusuf halim aklıma geldikçe gülüyorum. Bir sene sonra Aydın Doğan Vakfı’nın Genç İletişimciler Yarışması ödül töreninde o hocamızı gördüm, gittim kendimi tanıttım, o blogda o paylaşımları yapanın ben olduğunu söyleyip özür diledim. Kendisi çok babacan davrandı, kendisinden ziyade yayınevinin haklarından ötürü bu paylaşımın problem teşkil ettiğini belirtti. Yayınevi problem çıkarabilirdi dedi.. Muhabbeti fazla uzatmamak lazımdı, yanından vız diye kaydım, ne de olsa kallavi hoca… 🙂
Büyüğün küçüğü izlediğine dair son örneğim ise Emre Sevinçli’ye ait “Öğrencinin Şarkısı” videosudur. Namı diğer “Finalde Kolay Sorsan Ne Olur” isimli şarkısı. Emre Sevinçli bu videoyu paylaştığında neredeyse bütün üniversite öğrencilerinin bu şarkıyı paylaşacağını tahmin etmemişti herhalde. Benim Facebook Akış sayfamda bile ne zaman açsam ilk sırada hep bu şarkı çıkar olmuştu. Sonuç ne oldu? Teori devreye girdi. Kendi halinde paylaşımlar yapan bir üniversite öğrencisinin videosunu önce arkadaşları paylaştı, sonra arkadaşlarının arkadaşları, sonra onların arkadaşları derken paylaşımlar geometrik büyüdü, online mecradaki tüm öğrenciler Emre’den haberdar oldu. Bir televizyon programı, bu duruma kayıtsız kalmadı, onun videosunu yayınladı, yetmedi, kendisi programa çağırıldı, videodaki şarkı canlı canlı söyletildi. Emre bir de orada kendi şarkılarından birini söyledi, seyirciyi mest etti. Yakında albümü de çıkar, kanallarda sıklıkla görürüz, şaşırmamak lazım..
Youtube, Twitter, Vine derken ne fenomenler çıktı, kimler kimler meşhur oldu. Büyüğün küçüğü izlediğine hep şahit olduk. Online ortamlar yokken büyüğün küçüğü izleyecek fazla imkânı yoktu, ama artık imkânlar küçüklerin hizmetine amade..
Arada sırada gelen eleştiriler neticesinde sosyal medya konulu bir tez yazmakla hata mı ettim acaba diye kendime sorduğumda, tecrübeyle sabit bu hikâyeler ne kadar da doğru yaptığımı bir kez daha, bir kez daha, bir kez daha hatırlatıyor. Hatta diyorum ki, sosyal medya ile alakalı şu ana kadar yazılanlar çok az. Daha lazım, daha… Daha… Çok çok daha…