2015 yılı PISA verileri geçtiğimiz ay açıklandı malûmunuz, tüm kanallarda da haberi yapıldı çünkü sonuçlar oldukça vahimdi. Türkiye ortalamanın çok çok altında, hatta son sıralara doğru yerini almıştı. PISA neydi hatırlayamayanlar için belirtelim: 34’ü OECD üyesi olmak üzere 72 ülkede 30 milyona yakın öğrenci üzerinde gerçekleştirilen “Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı (The Programme for International Student Assessment – PISA)”
PISA uygulaması, 7. sınıf ve üzerinde okuyan 15 yaşındaki öğrenciler üzerinde sınav yapıyor. Fen, matematik ve kendi dilinde okuduğunu anlamayı içeren bu sınav, ülkemizde Milli Eğitim Bakanlığı himayesinde gerçekleştiriliyor.
Eğitim sistemimizin çok iyi olmadığı herkesin malûmu, yolda yürüyen birine sorsanız “eğitim sistemimiz sizce nasıl?” diye, kötüleyeceğinden neredeyse eminim. Bu yeni bir durum değil elbette, belki de son 50 yıldır durduramadığımız bir gerilemenin neticesi.
Şu savunma belki haklı görülebilir: Türkiye çok büyük bir ülke, 20 milyon öğrenci okuyor okullarda. Finlandiya’nın nüfusu kadar bizim ilkokulda okuyan öğrencimiz var, bu nedenle liste başı Singapur gibi, Estonya gibi, Finlandiya, Hong Kong, Güney Kore, Slovenya, Hollanda gibi küçük nüfuslu ülkelerde süratle gerçekleştirilen eğitim reformları ülkemizde ağır ağır işler, hatta 50 yılda düzelir…
Belki haklı bir savunma olarak bakılabilir ama Vietnam’a ne diyeceğiz o halde? Haritada nerede olduğunu bile gösteremediğimiz (merak etmeyin, Vietnam’la savaşan Amerikalılar da gösteremiyor), savaş filmlerinden anımsadığımız ama aslında 90 milyonluk nüfusuyla ülkemizden daha kalabalık fakat sınıflandırıldığında 3. dünya ülkeleri arasında gösterilen o Vietnam… Kaçıncı sırada biliyor musunuz? Sekiz…
Öyle veya böyle, üç aşağı beş yukarı bu sıralamalar bizim eğitimim sistemimizde ciddi problemler olduğu hakkında alarm veriyor. Öğretmeninden idarecisine, akademisyenine… Ve belli ki, çok sağlam reformlar yapılsa dahi, semeresini uzun vadede alabileceğiz gibi… Ne yapalım o halde?
Ferdi olarak yapabilecek aslında çok şey var. Hatta, yukarıda yazdıklarımın aksine, beğenmediğimiz eğitim sistemimiz bireysel çabalar noktasında çok verimli bir sistem fonksiyonu arz ediyor. Şunu demek istiyorum:
Singapur’da, Finlandiya’da ya da Japonya’da eğitim alan sıradan bir öğrenci, sırtını ülkesinin eğitim sistemine dayayarak çok nitelikli biri olarak mezun olabiliyor. Oysa ülkemizin eğitim sistemine sırtını dayayan öğrencilerimiz, geneli itibariyle niteliksiz ve tabiri caizse “ne iş olsa yaparım”cı bir şekilde mezun oluyor. Maalesef… Ondan sonra da KPSS’ye giriyor, kazanamıyor. Bir sene daha hazırlanıyor. Kazanamıyor. Dershanesine gidiyor, yine kazanamıyor. 4 yıl boyunca KPSS’ye hazırlanıyor ama yine kazanamıyor yine kazanamıyor… Aslında çok yüksek de puanlar alıyor ama kendi gibi o kadar çok sisteme sırtını dayayıp bir vasıf kazanamadan mezun olup da bu sınava giren rakibi var ki, onca puan bir işe yaramıyor. En son yapılmış olan KPSS’ye 3milyon 500bin kişi girdi. Bu sayının ancak %2’si istihdam edilebilecek kısa vadede. Öyle olunca 4 yılın sonunda tabiri caizse KPSS şartlarında atom parçalayacak bilgiye sahip olan mezunumuzun aldığı ultra yüksek puan hiçbir işe yaramıyor. Özel sektörde işe başlamak isterse, bu sefer de öncelikle vasfın, sonra da tecrübenin olmayışı gibi zorluklar çıkıyor önüne.
Oysa öğrencimiz, sırtını sisteme dayayınca pek bir şey olamadığını örneklerle görünce, çözümün bireysel çabalarla olabileceğini anlasa, ah bir anlasa… İşte o zaman bir şeyler değişecek kısmetse… İşte tam da, güzel ülkemizin kötü eğitim sistemi burada bir avantaj sunuyor.
Kendi alanımdan, halkla ilişkiler ve reklam alanından örneklendireyim. 4 seneden, 8 dönemden oluşan lisans eğitiminin yanında öğrencimiz bireysel çabası ile akıcı bir İngilizce öğrense; fotoğraf nasıl çekilir, nasıl düzenlenir kapsa; video nasıl çekilir, nasıl kurgulanır elinden kurtulmasa; grafik tasarım nasıl yapılır, web sitesi nasıl yapılır, sıkıp suyunu çıkarsa; insanlarla nasıl konuşulur, lisan-ı münasip nedir bilip uygulasa; yani uzman olsa; işte o zaman ortaya bir nitelik koyacak ve diğer sisteme sırtını dayayıp vasıf sergileyemeyen arkadaşlarından sıyrılabilecek. Şahsiyet de önemli bir faktör ama onu bir başka yazımıza saklayalım…
Bu eğitimleri siz hele okulda verin, ondan sonra konuşun dediğinizi duyar gibiyim. Aslında bu eğitimler okullarda veriliyor fakat ne kadar yeterli tartışılır? Ve tabi hocalarımız bu eğitimin hakkını veriyor mu, bu da tartışılır… İlgi alaka da çok önemli… Yıllardır okulda Türk Dili ve Edebiyatı okuyoruz, yıllardır inkılap tarihi görüyoruz. Ama ne kadarı aklımızda?
Bir öğrencinin her şeyi okuldan beklemek gibi haklı bir hakkı var. Kesin. Ama iş pratiğe döküldü mü maalesef ve maalesef bir yerde tıkanıyor… Sistem derken bundan bahsediyorum… Kendimi de katıyorum işin içine, lûtfen yanlış anlaşılmasın. Hocasından yöntemine komple sistemin düzelmesi, iyileşmesi lazım. Bu sistem düzelene değin bireysel çabalarla bir şeyler yaparsak ancak başarıya ulaşabileceğiz. Söylemeye çalıştığım budur…
Ha, şunu de ekleyeyim: Öğrencimiz tüm bu vasıfları edinince şahane işlerde yüksek maaşla mı çalışacak? Uzun dönemde belki ama kısa vadede ne yazık ki hayır. Çok büyük ihtimalle asgari ücretle başlayacak, niteliğini kullanıp yapmış olduğu işte uzmanlaşırsa kısa sürede iyi bir konum ve maaş ihtimali yüksek elbette… Nasip kısmet tabi… Ama çok çok daha kolay iş bulacağı ve hatta işler arasından kendinin tercih yapacağı yüksek ihtimal…
Toplamak gerekirse, öğrencilerimiz bir Japonun, bir Kanadalının aksine bireysel çabalarla bir şeyler yapacak.. Yapmalı… Kendi niteliğimizi kendimiz kazanacağız ve arttıracağız. Bu ferdi çabalar sonrasında çoğalacak, gruplar ve kitleler haline gelecek. Kendini yetiştirmiş bu kitleler yeni nesli yetiştirecek… O zamana kadar eğitim sistemi düzelmiş, sıkıntılar giderilmiş olur mu bilemiyorum ama en azından bu vatanda nitelikli insan sayısı çoğalmış olur… Bu zamana kadar analarımız, babalarımız, dedelerimiz bir şekilde içinde bulunduğumuz duruma getirmişler bu vatanı, evet, ama bundan sonra eğer biz bir şeyler yapmazsak, “böyle gelmiş böyle gider” dersek, bilelim ki böyle gitmeyecek…
Geçmiş PISA verilerinden hareketle çok çalışmamız gerektiğini anlatan Emin Çapa’nın “Türk Hamamlarında Suyun Kaldırma Kuvveti Neden Yok?” başlıklı efsane videosunu da aşağıya ekleyeyim. İyi seyirler…